Hoşgeldiniz / Welcome

Dünyama attığınız bu adımın size yanlız olmadığınızı hissettirmesi ümidiyle...
With the hope that the step you have taken into my world will make you feel you are not alone...

29 Aralık 2011 Perşembe

Yeni Yıl / New Year

Bir yıl daha bitiyor...
Neler başardık bu yıl, neler gelecek yıla kaldı?

Bu yıl:
Okula alıştık, arkadaşlarımızla kaynaştık,
Parkla bahçeyle buluştuk,
Salıncakta sallanmaya, kaydırakta sırayla kaymaya alıştık,
Yazın denizle suyla kumla barıştık,
Ata bindik, hamakta uyuduk, yelken açtık,
Artık daha çeşitli gıda tüketebiliyoruz,
Makasla kesmeyi, çamurla oynamayı seviyoruz...

Gelecek Yıl:
Bol bol konuşup açığımızı kapatacağız,
Milli piyango biletine çıkan ikramiyeyi doya doya harcayacağız,
Hoplayıp zıplayıp koşacağız, yüzeceğiz,
Hayatın tadını çıkaracağız...


Another year is ending...
What are the things we have accomplished this year, which have been left for next year?

This year:
We have gotten used to school, mingled with friends,
We have met with parks and gardens,
We have gotten used to swing, took turns in the slide,
We have made peace with sea water sand in the summer,
We have ridden a horse, slept in a hammock, set sail,
Now we can consume more diversified food,
We like cutting with scissors, playing with clay...

Next year:
We will talk in lots and make up for the lost times,
We will spend the money from the lottery ticket in feasts,
We will gambol, run, swim,
We will make the best of life...

25 Aralık 2011 Pazar

Sağlık / Health

Erken doğan hakkı diye birşey olmalı, erken doğup sağlık sorunlarıyla yoğun bir şekilde uğraşmak zorunda kalan o minik bedenler hayatlarının geri kalanında rahat etmeli, hiç hasta olmamalı... Ama öyle olmuyor, her çocuk gibi onlar da hastalanıyor. Evet, "her çocuk gibi", bardağın dolu tarafından bakınca her çocuk gibi birşeyleri yaşıyor olmak güzel, ama bardağın boş tarafında dayanması çok zor bir durum CANımın hastalık hali.

Şu dünyada yaşıyor olmamız ne büyük bir mucize aslında. Eskiden salgınlar olurmuş, kitleler yok olurmuş, şimdilerde de yeni yeni hastalıklar türüyor. Dünya yaşaması o kadar da kolay bir yer değil insanoğlu için belki de, hele minik bedenler için hiç değil.

Yenidoğan yoğunbakımda yatarken daha doğması gereken zaman gelmemişken ilk ameliyatını oldu benim küçüğüm, bağırsakları düğümlenmişti. Sonra gözlerinden iki kere ameliyat olmak zorunda kaldı. Sonra da fıtık ameliyatı oldu. Daha sırada muhtemel bir göz aleliyatımız var zaten. Bir de araya bademcikleri mi sıkışmış?

İki küçük bademcik o kadar büyümüş ki tüm boğazımızı kaplamış, her nefes bir işkence gibi... Doktorlar, ilaçlar, iğneler, uykusuz geceler ve sonunda biraz huzur. Ama ne kadar süreyle bakalım, ameliyat diyorlar, genel anestezi diyorlar, o kapıda beklemek ne demek biliyorlar, biliyorlar değil mi benden CANımı yine teslim etmemi ve beklememi istiyorlar...

Olacak olan oluyor, benim elimden hiçbirşey gelmiyor. Erken doğmasına engel olamadım, sağlığını koruyamadım, "ben bu çocuğa bakamıyorum" dediğimde "kimse senden daha iyi bakamaz" dediler inanmadım, ama CANımın hayata olan bağlılığına inanmak zorundayım. O neleri atlattı, bunu da atlatacak demekten başka bir çare bulamadım.

There should be something called preemie right, those with tiny bodies who have born so early having had to fight health problems intensely should be relieved for the rest of their lives, should not get sick at all... But that is not the case, they get sick like every other kid. Yes, "every other kid", if you look at the full part of the glass, it is nice to live somethings like every other kid, but if you look at the empty part it is so hard to bare my CAN's sickness state.

In fact it is such a miracle that we are alive on this earth. There used to be epidemics, masses were destroyed, nowadays a new disease comes up every other day. Maybe earth is not such an easy place to live for the mankind after all, definitely not for the tiny ones.

While hospitalized in the NICU, before the time he was originally due, my little one had his first operation, his intestines were knotted. Then his eyes were operated twice. Then the hernia operation. We have a probable eye operation in sequence. And now tonsils get in the way?

Two small tonsils got so big that they have covered the throat gap all together, each breath is a torture... Doctors, medications, vaccinations, sleepless nights and some piece at last. For how long we will see, they say operation, they say general anesthesia, they know what it means to wait at that door, they know don't they, they want me to hand over my CAN and wait...

What will happen happens, I am helpless. I couldn't stop his early birth, I couldn't protect his health, when I said "I can not take care of this kid", they said "no one can take of him better than you do", I did not believe them, but I should trust CAN and his strong will to live which has brought us thus far. All I can do is to say that, he has been through so much and has come through, he will do so now and ever.

19 Aralık 2011 Pazartesi

Yağmur / Rain

Eskiden severdim yağmuru, romantik gelirdi yağmurlu havalar, uyumayı da severdim ya uyurdum böyle havalarda, bazen de ıslanmayı severdim sokaklarda, arabanın camının buğulanmasıydı tek derdim... Ama CAN'dan sonra bu da değişti. Güneşi göremeyince içim kararır oldu. Çünkü ne zaman hava kapatsa sanki CAN kötüye giderdi o hastane günlerinde, güneş iyilik halinin habercisi gibiydi.

O günlerde duymayı en çok sevdiğim cümle "merak etme, iyilik hali devam ediyor"du. "Merak etme" kelimeleri öylesine değerliydi ki;
   - merak edilecek kötü birşey yok,
   - yanlız değilsin, sen merak etme ben senin yerine merak ediyorum,
   - merak ediyorsun biliyorum, herşeyi anlatacağım, biraz bekle yeterki,
   - ... gibi birbirinden güzel birçok anlama geliyordu benim için.

İnsan nasıl merak etmez ki, o küçücük bedenin verdiği savaşı bile bile nasıl bulutlanmaz ki gözleri ve nasıl sel olup akmaz ki... Daha ne kadar zaman lazım demek yerine her geçen gün bebeğimin biraz daha büyüdüğünü ve güçlendiğini bilerek bugünün tadını çıkarmaya gayret etmeliyim. Bugün bulunduğumuz noktayı olması gerekene göre değil, düne göre değerlendirmeyi başarmak, ilerlemeyi görmek ve bununla yaşayıp mutlu olmak. Normlardan, normallerden, karşılaştırmalardan uzak kendi yolunda yürümek. Bu mümkün olmalı ama kolay değil, çünkü çok fazla kural ve önyargı var.

Ama merak etmeyin, her yağmurun sonunda mutlaka güneş açar...


I used to like rain in the past, rainy days seemed romantic, I liked sleeping so I slept in those days, sometimes I liked walking in the street getting wet, my only problem was the fog on my car window... But this changed after CAN. I felt blue when I couldn't see the sun. Because whenever the weather got cloudy it seemed as though CAN got worse in those hospital days, the sun was the messenger of good times.

"Don't worry, his good state continues" was the sentence I loved to hear those days. "Don't worry", those words had;
   - there is nothing bad to worry about,
   - you are not alone, you do not need to worry, I am worrying instead,
   - you are worried I know, I will tell it all, just wait a little,
   - ... and similar beautiful meaning for me.

Is it possible for a person not to worry, for those eyes not to cloud and become a flood knowing the war that tiny body is fighting. Instead of saying how much more time is needed, I should be thankful for today and make the best of it knowing that each day my baby grows and gets stronger. Managing to evaluate today not with respect to what it should be, but with respect to what it was yesterday, checking for improvement and living happily with that. Walking in your own path far far away from norms, normals, comparisons. This should be possible but it is not easy, there are too many rules and prejudices.

But don't worry, sun comes up eventually after every rain...

16 Aralık 2011 Cuma

Arkadaşlar / Friends

İnsanın hayatta kaç gerçek arkadaşı olur? Ne kadarı az, ne kadarı çoktur? Peki ya bir arkadaşlık ne sürede kurulur? Uzun yıllara dayanan bir mazi olmadan kısacık bir dönemde filizlenenler daha mı az bulunur? Arkadaş dediğin insanla ne sıklıkla görüşülür? Hergün konuşmak mı, her biraraya geldiğinde konuşacak birşeyleri olmak mı önemlidir? Kimdir arkadaş, kimler arkadaş olur? Nedir insanları böyle sıkı sıkı birbirine bağlayan, paylaştıkça artan şey?

Bilmiyorum ama kendimi şanslı hissediyorum. Hayatımda gerçekten arkadaşım diyebildiğim insanların varlığı için şükrediyorum. Çünkü biliyorum eşim (en iyi arkadaşım, ruh ikizim) başta olmak üzere tüm arkadaşlarım olmasa bugün burada olamazdım. Ve CANımın da böyle bir hazineye sahip olmasını diliyorum. Onu dinleyen, anlayan, olduğu gibi kabul edip, seven, destek olan insanlar...

Küvöz kardeşliği derlerdi biz Yenidoğan Yoğunbakım Ünitesi'ndeyken, şimdi o kardeşlerin hepsine kucak dolusu sevgiler yolluyoruz kalbimizin taa derinlerinden, ağlamadan, gülümseyerek!

How many real friends does a person has in life? How much is few, how much is many? How long does it take to build a friendship? The ones blossoming in a short time without long past years, are they more remarkable? How often do you interact with a person you call a friend? Which is more important, to speak every day or to have something to speak of each time you get together? Who is a friend, who make up friends? What is that thing that ties up people so closely, that increases as we share?

I do not know, but I feel lucky. I am thankful for the existence of people in my life who I can call my friend. Because I know I wouldn't be where I am now if it wasn't all my friends, and primarily my husband (my best friend, my soul-mate). And I wish my CAN has this kind of treasure as well. People who listen, understand, accept as is, love and support...

They used to say incubator sibling-ship when we were in the NICU, now we send armful of love to all those siblings from the buttom of our hearts, without crying, smiling!

14 Aralık 2011 Çarşamba

Yardım Edebilmek / To be able to Help

Yardım edebilmek ne kadar güzel bir duygu,
Hiç karşılıksız içtenlikle paylaşabilmek,
Yardım eden kadar yardım alanın da rahat etmesini sağlamak ta çok önemli,
Çünkü eksik hissetmemeli hiçbir insan muhtaç bırakılmamalı, dışlanmamalı,
En çokta bebekler ve çocuklar onların her ihtiyacı karşılanmalı!

İnsan sadece kendininkini değil diğerlerini de düşünmeli, düşünebilmeli,
Aslında hepimiz birşekilde paranın alamayacağı birşeylere ihtiyaç duymuyor muyuz?
Sevgiye, ilgiye, dürüstlüğe, anlayışa, içtenliğe...
O zaman hepimiz birbirimize muhtaç değil miyiz aslında?
Öyleyse bir gün ihtiyacımız olunca almayı beklemek yerine bugün verelim!

25 haftalık doğana da,
Gözü yan bakana da,
Otururken kendini atana da,
Hastanede yatana da,
Terapi görene de,
Özel eğitim alana da,
Hepsine destek olalım, çünkü her çocuk buna değer...

Bir dilek ağacı kursak bu yılbaşı,
Ve herkes bir diğerinin bir dileğini gerçek yapsa,
Kalpten, gönülden birlikte olsak,
Yargılamadan, üzmeden, üzülmeden,
Huzurlu, mutlu, sağlıkla, herşeyin daha iyiye gittiği bir yıl yaşasak...


What a beautiful feeling it is to be able to help,
To be able to share sincerely without any paybacks,
It is also very important to make the helped one be comfortable as is the helper,
Because nobody should feel lacking should not be left in need, nor marginalized,
Mostly the babies and children all of their needs should be fulfilled!

A person should not only think about oneself but should be able to think of others,
In reality don't we all need things that money can not buy?
Love, affection, honesty, understanding, sincerity...
Then don't we all need each other?
Then instead of waiting to take when we need one day let's give today!

The one born as a 25 weeker,
Also the one who has a cross-eye,
Also the one who dashes while sitting,
Also the one who is in hospital stay,
Also the one who has therapy,
Also the one who has special education,
Let's support all, because every kid is worth it...

Shall we make a wish tree this new year,
And everyone shall make another's wish come true,
Shall we be together frankly, dearly,
Without judging, without hurting, without getting hurt,
Let's live a year peacefully, happyly, with health where everything gets better...

10 Aralık 2011 Cumartesi

Küçük Mutluluklar / Bits of Happiness

Şu küçük üzeri rengarenk şekerle kaplı, içi çikolata tatlı minik düğmeleri hep sevmişimdir kendi çocukluğumdan beri. Bir aile dostumuz yurtdışından gelirken bize o zamanki boyumuzda bir kutu getirmişti onlardan, ye ye bitmemişti, ne çok sevinmiştim. Pek te sağlıklı bir beslenme tarzı olmamakla birlikte kabullenmişimdir onların çocukların hayatındaki yerini... Ama hiç bu kadar sevmemiştim o küçük tatlı renkleri, öğretmeni merdivenlerden aşağı koşar adım inip te "CAN bir bonibon yedi" diyene kadar! Nasıl yani, CANcığım eline alıp kendi isteğiyle ısırarap birşey mi yemişti, hem de okulda, şaka gibi ama gerçek :)

Biliyorum nedir olay diyecektir birçok insan ama bilenler bilir, o ilk ısırıklar çok değerli olabilir...

I have liked those small button-like sweets covered with colorful candy and having chocolate taste inside ever since my own childhood. Once a family friend had brought us a box as tall as I was then and it had lasted so long, I had liked it so much. Although not a very healthy diet I have accepted their place in children's lives. But I have never liked those colored tastes as much until my CAN's teacher came running down the stairs saying, "CAN ate an M&M"! How, my CAN has taken something in his hand and ate it biting with his own choice, and at school, like a joke but true :)

I know that most people would say what's the occasion, but those who has lived it would know those first bites could be precious...

8 Aralık 2011 Perşembe

Rüyalar / Dreams

Gerçekle bağlantısı nedir rüyaların? Nasıl bir iletişim kanalı vardır insan beynindeki gündüz ve gece arasında? Nasıl olurda taa uzaklarda birileri hisseder uyanık bazen de uyurken birilerini veya birşeyleri? Bazılarının dediği gibi bir tür kozmik enerji mi bu yoksa tesadüflerden mi ibaret hepsi? Bilmiyorum ama etkileniyorum!

CANımı rüyalarımda gördüm hep birşeyleri yapsın diye beklerden gündüzlerde, gecelerde onu yaparken bulurdum, hala da oluyor bu zaman zaman... Hastanedeyken eve geldiğimizi, daha başını zar zor tutarken desteksiz oturduğunu, emeklerken yürüdüğünü hep rüyalar haber verdi bana. Konuştuğunu da gördüm ya rüyamda sadece ne zaman olacak onu bilmiyorum, ama biliyorum olacak, bekliyorum. Ama tabi durduğum yerde değil çabalayarak, çalışarak, hep yaptığımız gibi emek vererek...

12 yaşındaki yeğenim  CANımı rüyasında görmüş. Konuşuyormuş oğlum, neler diyorsa artık, yeğenim de şaşırmış ve ne zaman oldu bu diye söylenmiş kendi kendine. Dakikalarca hakim olamadım gözyaşlarıma kardeşim anlattığında, niyeyse. Benden başka birileri de gerçeklikle tanıştı diye mi, yanlız değilim diye mi, olsun diye mi, niye? Kitaplar, uzmanlar, doktorlar, eğitim, terapi elimizden geldiğince çabalıyoruz.

Başardıklarını düşün diyor babası, bunu da başaracak. Biliyorum diyorum, umuyorum ama yorgun hissediyorum. Daha ne kadar gücüm kaldı bilmiyorum derken CANım gözümdeki yaşlara bakıp "anne" diyor ya "anne üzülme" diyeceği günler de gelecek çok yakında... Hatta birgün "anne bugün çok güzelsin, ne kadar mutlu görünüyorsun" da diyecek, o iyi oldukça ben dünyanın en mutlu insanı oluyorum çünkü :)


How are dreams linked with reality? What kind of a communication channel exists between the day and night of human brain? How come one who is far away feels someone or something during the day or night? Is this some kind of a cosmic energy like some say or are all only made up of coincidences? I do not know, but I am moved!

I used to see my CAN in my dreams at night doing things that I was desperately hoping for during the days, it still happens at times... Dreams have fore-tolled me that we were home while we were still in the hospital, that he was sitting without support while he was barely holding his head, that he was walking while he was only crawling. I have seen him talking in full sentences in my dreams, although that has not happened yet I know it will, I just do not know when, I am waiting. Of course not just sitting and waiting, but trying and working like we always do.

My 12 year old niece have seen CAN in his dream. My love was talking, whatever he was saying, my niece was startled and was wondering when this all happened and CAN started talking like this. I could not get hold of my tears for minutes when my sister told me the story, I do not know why. Was it because someone other than myself had met with reality, or because I was not alone, or because I wanted it to happen so much, why? Books, experts, doctors, education, therapy what ever we can do, we are trying as much as possible.

Think of all the things he has succeeded in says his father, he will manage this as well. I say, I know, I hope so, but I feel tired. While I am saying, I do not know how much more strength I have got, my CAN looks me in the eye and says "mommy" and the days he will say "mommy do not be sad" should be close. Even one day he will say, "mommy today you are so beautiful and look so happy", because as he improves I become the happiest person ever :)

5 Aralık 2011 Pazartesi

Minik Savaşçı / Tiny Warrior

143 gün, dile kolay, neredeyse 5 ay, zaten karnımda da o kadar taşıyabilmiştim bebeğimi, CANımızın yenidoğan yoğunbakım macerasının ilk ayağı... Sayısız sepsis, septik şoklar, PDA, akciğer kanaması, patolojik kırıklar, bağırsak düğümlenmesi ve ilk ameliyat, ROP ve lazer atımlar, damar yolları, cut-downlar, kateterler, sondalar, BPD, solunum cihazı, hood, ortama verilen oksijen, bulunan bulunamayan ilaçlar...

Tüm bu karmaşanın ortasında minik bir savaşçı, her nefesi için mücadele eden küçücük bir beden. O kadar ki eli annesinin küçük parmağını tuttuğunda sadece yarım turu bile tamamlayamıyor, o parmaklar  kürdan kalınlığında. Abartıyorum gibi geliyor, o kadar küçük olamazmış gibi geliyor biliyorum ama yaşayanlar biliyor, öyle oluyor. O ele dokunmanın mutluluğu anlatılmaz, herşeye değer. Alkol bazlı dezenfektanlarla yıkamaktan derisi çatlayan eller de olsa sizinkiler, bebeğinizin sıcaklığı o minicik yüzölçümünden geçer kalbinize ulaşır.

Bir gün hemşiresi, altını siz değiştirebilirsiniz, dedi. Nasıl bir cesaretse bendeki, yok yapamam demedim, belki de bebeğime dokunma fırsatını kaçırmak istemedim, çünkü o fırsatlar nadir ve paha biçilmezdi. Çünkü ona bir şekilde zarar veririm korkusuyla, öylesine dokunmaktan kaçınırdım CANıma. Ama ne yapacağımı nasıl yapacağımı bilemedim. Her anne biraz panikler belki ama benim elim ayağıma karıştı. Kabloları mı kontrol edeceğim, CANımı mı tutacağım, neresinden, en küçük boy prematüre bezi bile o kadar büyük ki katlayarak kullanmak gerekiyor, bir ahtapot için tasarlanmış üç boyutlu bir yapboz gibiydi olay.

Bir gün doktoru, yarın kanguru bakımı deneyeceğiz, dedi. Birçok gün olduğu gibi eve gider gitmez geçtim bilgisayarın başına, tabii süt sağdıktan sonra. Doktorlar birşey söylerdi, ana hatlarıyla anlasam bile tam anlamıyla kavramak için internette okurdum, ne neymiş diye. O gün derimi kazıdım adeta hastaneye gitmeden önce banyo yaparken, ona dokunmadan önce tertemiz olmak istedim. Kanguru yapmak için CANımı ilk kucağıma aldığım gün, nefes almaya korkuyordum, sanki göğsüm inip çıkarken ona zarar verebilirmişim gibi geliyordu. O minicik kulağı kızarmış büzüşmüş tenime dayandığı yerde, mendil gibi buruşmuş adeta, o kadar incecikmiş...

Ve hastanede birlikte geçen 3 hafta sonunda oksijenle de olsa taburcu olma vakti... Sonrasında hastaneye neredeyse hergün gidip gelmeler, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen kontroller, göz ameliyat ve takibi ve ve ve... Haftada sadece bir defa hastaneye gitmenin yarattığı, artık daha iyiyiz duygusu ve aşıdan aşıya ayda bir hatta 3 ayda bire uzayan kontrol aralıkları. Şimdilerde 6 ayda bir gidiyoruz kontrollere, bazı doktorlarımız bizi takipten bile çıkardı. Artık okula gitsin CAN, dedi en son mezuniyetimizde bir doktorumuz.

Evet sabırsızdı belki benim minik savaşçım ama inatçıydı da, bırakmadı hiç, tutundu hayata ve herşeyin mümkün olduğunu düşündüğüm bu bugünleri gösterdi bize...


143 days, it is easy to say, nearly 5 months, that was how much I managed to carry him before birth, first episode of our neonatal intensive care adventure... Uncountable sepsises, septic shocks, PDA, pulmonary bleeding, pathologic fractures, invagination and first surgery, ROP and laser, intravenous, cut-downs, catheters, sounding lines, BPD, respirator, hood, oxygen support, available existing non-existing medicine...

A little warrior in the middle of all this confusion, a soul fighting for every breath. So that, his hand could go around only half way around his mother's little finger, those fingers like toothpicks. It seems as though I am exaggerating, they can not be that small, but it is true, the one who lives it knows. The happiness of touching that hand is indescribable, worth everything. Although your hands are ones whose skin has cracked due to alcohol based disinfectants, the warmth of your baby passes through that small area and reaches to your heart.

One day his nurse said that I could change his diapers. What ever kind of a courage I had, I did not say no I can not do it, maybe I did not want to miss the chance of touching my baby, because those occasions were rare and precious. Because I was afraid to do him harm by carelessly touching him. But I could not figure out what to do. Maybe all mothers panic but I was all mixed up. Should I check the cables, should I hold CAN, from where, the smallest size of premature diapers were so big for him you needed to use by folding, it was like a three dimensional puzzle designed for an octopus. 

One day the doctor said, we will try kangaroo care tomorrow. Like so many other days I was infront of my computer once I got home, of course after I was finished with the milking machine. The doctors used to say something which I only understood vaguely, then I came home and searched and read in the internet to figure out what's what. That day I nearly pealed off my skin while bathing before going to the hospital, beacuse I wanted to be spotless before my skin touched his. I was afraid to breath the first day I had CAN for kangaroo care, I thought if I had a deep breath I could hurt him with my chest moving. His tiny ear got red and wrinkled where he touched me, wizened like a handkerchief, was so thin.

Although with oxygen then came the time to discharge, after 3 weeks of family hospital stay. Then going back to the hospital nearly every day, never ending check-ups, eye surgery and follow-up and and and... Going to the hospital only once a week and the feeling of getting better, and the check-ups prolonging to every other vaccination or once a month and even every 3 months. Nowadays we are going to our doctors every 6 months and some have stopped seeing us. One last doctor who graduated CAN said, let him go to school now.

Yes he was probably inpatient my little warrior but he was stubborn too, he never let go, he held on to life and showed us these days in which I believe everything is possible...

4 Aralık 2011 Pazar

Boş / Blank

Bazen bomboş bakar insan uzaklara dalar gider, orada olmak istemediğinden midir, yoksa amaç yolculuğun kendisi midir, hedefsizce. İlk zamanlar bazen yürümek isterdim, kaçmak veya uzaklaşmak için değil sadece yürümek ve hissizleşmek belki de. O zamanlar enerjim varmış demek yürümeyi göze alabiliyormuşum, şimdi bir yerlerden atlamak daha bir çekici geliyor, çabalamadan, çünkü yorgunum. Aradığım, o boşluk duygusunun getireceğini sandığım dinginlik ve huzur aslında.

Ama her seferinde zor olanı seçiyorum ve kalıp savaşmaya devam ediyorum. Çünkü minik savaşçım bizimle ve ümit etmeye devam ediyorum. İnsanların densizliklerine, düşüncesizliklerine, beceriksizliklerine rağmen... Niye mi, çünkü bebeğimin yüzündeki gülümseme hiç kaybolmasın istiyorum.

En yakınım dediğim insanlar bile benim neyi neden yaptığımı anlamaz veya umursamaz gibi davranırken belki de çok şey bekliyorum. Empati, sağduyu, dürüstlük, bencillikten uzak bir anlayış ve paylaşım yok mudur? Neden? Bir gün karşıdan karşıya geçerken bir araç gelip çarpsa ve ölse hatta daha kötüsü sakat kalsa birisi daha mı anlaşılır olacak herşey onun açısından, her birimize bir araba çarpması mı gerekiyor yani?

Birinin yaşadığı açmazları olduğu gibi kabul etmek ve anlamlandırmaya çalışmak yerine hep eksikleri ve yanlışları tespit etme içgüdüsüyle saldırmak niye? Olamaz mı bir insan da elinden gelenin en iyisini, o şartlarda yapılabilecek herşeyi yapmış ama yine de o durumda kısılmış kalmış olamaz mı? Hayat bu kadar düz bir matematik mi? Birşeyler farklı geliştiyse kesin yanlış yapılan şeyler ve düzeltilmesi gereken hatalar mı var? Kime göre?


Sometimes a person looks absolutely blank lost in the distance, is it because she wants to be there, or is the goal the journey itself, without any target. At first I wanted to walk sometimes, not to run away or to get out, just to walk and get numb maybe. Then I must have had the energy since I could risk walking, nowadays jumping form somewhere looks a lot more attractive, without any effort, because I am tired. What I look for is the calmness and peace that I assume will come with the sense of emptiness.


But each time I chose the hard way and to stay to continue the fight. Because my little warrier is with us and I continue to hope. Despite the inconsiderateness, indiscretion and ineptitude of people. Why, because I want to preserve the smile on my babies face.


While the people closest to me act like they do not understand or care why I do what I do maybe I expect too much. Empathy, good sense, honesty, understanding and sharing without egoism, don't they exist? Why? If a car hits while crossing the street one day and she dies or even worse lives handicapped then will everything be more understandable for her, is it that a car should hit each and everyone?


Why is it that one has to attack with the instinct of finding what's missing and wrong instead of excepting the dilemma one is going through and give meaning to it? Is it impossible to assume that a person has done her best, all that can be done under the circumstances but still was trapped in the case? Is life such simple math? If something has evolved differently then is it that there are definite mistakes and things to correct? According to who?

1 Aralık 2011 Perşembe

Baba / Dad

Çok şanslıyız, eşsiz bir babamız var. En zor anları onun varlığı ve hayata pozitif bakışı sayesinde aşıyoruz aslında. CAN babasıyla daha fazla vakit geçirebilsin diye bebekliğinden beri elimden geldiğince çaba gösteriyorum. CAN belki de sırf bu yüzden bu kadar mutlu bir çocuk, belki içlerinden dışarı yansıyan ve genlerinde taşıdıkları ortak bir ışık var, bilmiyorum ama onları çok seviyorum.

Baba ve oğul, onları birlikte izlemek tarifsiz bir mutluluk... Gözlerim doluyor onları bir takım pijamalarıyla görünce... Küçücüğümüzü babalar gününde bir takım kıyafetiyle babasının kucağında izlemek herşeye değiyor. Babamızı düşününce aklıma ilk şu anlar geliyor:

1. An (doktor)
Bir oğlunuz oldu, 650 gram doğdu, şu an yaşıyor ama solunum sıkıntısı var... O hastane bu hastane, yer var yer yok, yolculuğa dayanır dayanamaz, burada kalıyor, yenidoğan yoğunbakıma götürüyoruz... Baba biraz heyecanlı, babası sen istersen burada kal veya sakin olalım.

2. An (anne)
CANımızı alıp bu odadan dışarı çıkabilecek miyiz birgün, yoksa hep oksijen hortumunun izin verdiği şu kısacık mesafede mi yaşayacağız? Babası oğluyla dudakları mı morarıyor acaba, oksimetre çekmiyor mu yoksa gerçekten oksijen ihtiyacı mı var diye endişelenmeden oynayabilecek mi? Ne zaman?

3. An (anı defteri)
... annesinin bitmek tükenmek bilmeyen inancı ve babasının annesine olan sadakati...

4. An (baba)
Sabah tıraş olurken kendi kendine, "Babacım, Babacım"...

5. An (CANımız)
"Baba mama al"

We are very luck, we have a uniquely special father. We are surviving the hardest moments by his existence and his positive approach to life. I have been doing my best to make sure CAN spends as much time with his father as possible since he was a baby. Maybe CAN is such a happy child only for this reason, or maybe they have a common light that shines from within that they carry in their genetic code, I don't know but I love them so much.

Father and son, it is an undescribable happiness to watch them together... My eyes are filled with tears when I see them in their matching pajamas. It is worth everything to watch my little one in his father's embrace with his matching outfit. The first moments that come to my mind when I think of our daddy:

1. Moment (doctor)
You have a son, has born 650 grams, is living just now but he has respiratory problems... This hospital that hospital, there is room no room, can survive the journey can not, he is staying here, we are taking him to neonatal intensive care... The father is a little bit excited, maybe he should stay here or let's calm down a bit...

2. Moment (mother)
Will we be able to take our CAN and get out of this room one day, or will we always live tied to the length of this oxygen tube? Will his father ever have a chance to play with his son without worrying whether his son's lips are turning to purple or if the oximeter is not working properly or does he really have extra oxygen need? When will that be?

3. Moment (journal)
...the never ending faith of his mother and his father's loyalty to his mom...

4. Moment (dad)
Shaving in the morning and talking to himself "Daddy, Daddy"...

5. Moment (our CAN)
"Daddy get food"

30 Kasım 2011 Çarşamba

Geceler / Nights

CANdan önce sorsalar "gece" deyince ne geliyor ilk aklınıza diye herhalde, karanlık derdim. CANdan sonra "gece", ayrılık demek oldu uzun bir süre ve hala uykusuzluk. Ne çok uyurmuşum eskiden, bana "ne çok uyuyorsun" diyenlere de "uyku benim ilacım onsuz mutsuz oluyorum" derdim, ne komik...

24, 48 hatta 72 saat hiç uyumadan ayakta kalabildiğimi artık biliyorum. Ateşin akşamüzeri çıkmaya başlayıp geceleri tırmandığını ve hasta olan insanın geceleri kötüleştiğini öğrendim.

Yenidoğan yoğunbakım günlerinde önce solunum cihazından bir kurtulsak derdim. Hastaneden bir çıkıp evimize gitsek ve sonra oksijen ihtiyacımız bir bitse... Oksimetrenin ötmediği bir gün hayal ederdim, sokakta yürürken bile kulaklarımda çınlardı sesi. Sonra bir gün kendimi 25 haftalık oğlu hastanede olan bir anne bana benzer şeyler söylemeye başladığında, "bu günler geçecek ama inan isteklerin sonu gelmeyecek" derken buldum.

Güzel olan birşeyleri başarıp, yeni şeyler isteyebilmekmiş,
Başarı diğerlerini geçmek değil kendini aşmakmış,
Beceri hayatta kalırken sevgiyi, mutluluğu ve huzuru koruyabilmekmiş,
Sabır ve tahammül kutsalmış,
Anlayış veya anlaşılmayı beklemek abesle iştigalmiş,
Yaşayan bilirmiş...

If they had asked me about the first thing that comes to my mind when one said "night" before CAN I would probably say, dark. After CAN it has become to mean, separation for a long time and still sleeplessness. I used to sleep so much in the past, to people who said "you sleep so much", I used to say "sleep is my medicine, I am unhappy without it", how ludicrous.

I know now that I can stand without any sleep for 24, 48 and even 72 hours. I have learned that fever starts in the afternoon going up at night and that sick people get worse at night.

During neonatal intensive-care days I used to say, only if we could get passed this respirator. Then only if we could get out of the hospital and go home, and then only if our oxygen need was over... I dreamed of the day the oximeter did not go off beeping, the sound would echo in my ears even on the street. Then one day I found myself saying "these days will pass by but your wish list will never come to an end" to the mother of a 25 weeker preemie at the hospital when she started saying similar things.

The good thing is to succeed in one thing and look forward to something new,
Success is not defeating others but to excel oneself,
Talent is to preserve love, happiness and peace while surviving,
Patience and toleration is sacred,
To expect insight and understanding is futile,
The one who has lived it knows it...

29 Kasım 2011 Salı

Alışmak / To get use to

Alışabilir mi insan?
Her gün yürek çarpıntısıyla yaşamaya?
Alışabilir mi her nefesinde onun için çabalamaya?
Bu yükü bir ömür boyu taşıyabilir mi?

Uzun bir yolculuk bu demişlerdi.
Anlamamışım.
10 gün, 3 hafta, 5 ay sanmışım.
Ne safmışım.

İnsan yeniden mutlu olabilir mi?
Yaşam eskisi gibi devam edebilir mi?
Herşey biraraya gelip yeniden bir anlam ifade edebilir mi?
Ne zaman?

Olabilir!
Her sıcak nefes bir mucize ise,
Her atılan adım bir efsane,
O küçük yürek herşeye değer...


Can a person get use to?
To live with heartache every day?
Can one get use to struggling for him at each breath?
Can one carry this load life long?

They said it was a long journey.
I haven't understood.
10 days, 3 weeks, 5 months I thought.
I've been so naive.

Can a person be happy again?
Can life continue as was in the past?
Can it all come together and make sense again?
When?

Can be!
Each warm breath is a miracle,
Every step is a legend,
That precious heart is worth everything...

18 Kasım 2011 Cuma

Umut / Hope

Hayat insanı hiç beklemediği noktalara taşıyabiliyor bazen veya belki de sıklıkla... Planlar yapıyoruz, öngörmeye ve hatta garanti altına almaya çalışıyoruz. Öyle de yapmalıyız, emekle yeşerir tüm fidanlar. Her zaman beklediğimiz gibi gelişmiyor olaylar ama umut etmek ve çabalamak elimizdeki en güçlü silah.


Bu satırları yazmaya başlamak konusunda epey tereddüt ettim. "Yapabilir miyim, yapmalı mıyım, kime ne faydası var?" diye düşünüp durdum bir süre, sonra paylaşmanın umuda olan katkısını hatırladım ve işte buradayım. Geçtiğimiz yolun zorluklarının aşılabilirliğini bilmek umarım birçoğuna umut olur. Ve umarım paylaşıldıkça azalır yükümüz.


Tüm annelere & babalara ama özellikle bebeği hayata tutunmak için çok savaşmak zorunda kalan tüm prematüre ailelerine merhaba... Bu sayfalarda sizlerle yaşadıklarımızı paylaşmayı ve hayatlarınızda bir ışık olmayı umuyorum. Seçme şansı olsa kimsenin çıkmayı seçmeyeceği bu uzun ve zor yolculukta vazgeçilmez bir hedef var, sağlıklı bir çocuk... 25 haftalık prematüre doğan benim CANım, benim aşkım, benim oğlum o benim hayatım...



Life can carry a person to unexpected points sometimes or maybe frequently... We make plans, we try to project and even safeguard. And we should do so, saplings leaf out with labor. Although events do not evolve as we expect all the time, to hope and to struggle are the most powerful weapons in hand.

I have doubted quite a lot about writing these lines. I kept thinking like "Can I do it, should I, who will benefit what so ever?" for a while, then I remembered the contribution of sharing to hope and here I am. I wish it will give hope to many to know that the difficulties of the road we have walked through are overcomable. And I trust our burden will lessen as shared.

Hello to all mothers and fathers, but mostly to families with premature babies who have had to fight so much to hang on to life... In these pages I hope to share what we are going through and be a light in your lives. Although it is one of the hardest and longest journeys that no one would take if it were arbitrary, there is also a goal you can not give up on, a healthy child... As a 25 weeker preemie my CAN, my love, my son is my life... 

17 Kasım 2011 Perşembe

Nerden başlasam, nasıl anlatsam...... Where to start, how to tell.....

Hayatımın miladı, öncesi ve sonrası var. CAN'dan önce ve CAN'dan sonra...

O doğduğu an kendi hayatım dahil herşeyden vazgeçtim, sadece onun için yaşamaya başladım adeta. Başka türlüsü elimden gelmedi, düşünmedim bile üzerinde düşünecek zamanım dahi olmadı aslında, her anımda şimdi sırada ne var, ne yapmalıyım diye devam ettim.

"Her çocuk doğduğunda, bir anne doğar" derler ve "emek verdikçe o bağ sevgiyle evrilerek büyüyor" diyorum ben ve babaları da hesaba katıyorum! CAN söz konusu olduğunda ise en geniş anlamıyla aileden ve gerçek bir ekipten söz etmek gerekiyor tabi. Nasıl mı? Anlatacağım...

The crisis of my life, there is before and after. Before CAN and after CAN...

I gave up everything including my life the instant he was born, it was as though I started living only for him. I couldn't handle it any other way, I did not even think about it infact I did not have the time to think, I continued as what is next, what should I do now.

They say "A mother is born with each baby" and I say "the bond nourishes with love as one puts effort into it" and I add fathers to the equation. We have to talk about family in the broadest sense of the word and a real good team when CAN is the case. How? I will tell...