143 gün, dile kolay, neredeyse 5 ay, zaten karnımda da o kadar taşıyabilmiştim bebeğimi, CANımızın yenidoğan yoğunbakım macerasının ilk ayağı... Sayısız sepsis, septik şoklar, PDA, akciğer kanaması, patolojik kırıklar, bağırsak düğümlenmesi ve ilk ameliyat, ROP ve lazer atımlar, damar yolları, cut-downlar, kateterler, sondalar, BPD, solunum cihazı, hood, ortama verilen oksijen, bulunan bulunamayan ilaçlar...
Tüm bu karmaşanın ortasında minik bir savaşçı, her nefesi için mücadele eden küçücük bir beden. O kadar ki eli annesinin küçük parmağını tuttuğunda sadece yarım turu bile tamamlayamıyor, o parmaklar kürdan kalınlığında. Abartıyorum gibi geliyor, o kadar küçük olamazmış gibi geliyor biliyorum ama yaşayanlar biliyor, öyle oluyor. O ele dokunmanın mutluluğu anlatılmaz, herşeye değer. Alkol bazlı dezenfektanlarla yıkamaktan derisi çatlayan eller de olsa sizinkiler, bebeğinizin sıcaklığı o minicik yüzölçümünden geçer kalbinize ulaşır.
Bir gün hemşiresi, altını siz değiştirebilirsiniz, dedi. Nasıl bir cesaretse bendeki, yok yapamam demedim, belki de bebeğime dokunma fırsatını kaçırmak istemedim, çünkü o fırsatlar nadir ve paha biçilmezdi. Çünkü ona bir şekilde zarar veririm korkusuyla, öylesine dokunmaktan kaçınırdım CANıma. Ama ne yapacağımı nasıl yapacağımı bilemedim. Her anne biraz panikler belki ama benim elim ayağıma karıştı. Kabloları mı kontrol edeceğim, CANımı mı tutacağım, neresinden, en küçük boy prematüre bezi bile o kadar büyük ki katlayarak kullanmak gerekiyor, bir ahtapot için tasarlanmış üç boyutlu bir yapboz gibiydi olay.
Bir gün doktoru, yarın kanguru bakımı deneyeceğiz, dedi. Birçok gün olduğu gibi eve gider gitmez geçtim bilgisayarın başına, tabii süt sağdıktan sonra. Doktorlar birşey söylerdi, ana hatlarıyla anlasam bile tam anlamıyla kavramak için internette okurdum, ne neymiş diye. O gün derimi kazıdım adeta hastaneye gitmeden önce banyo yaparken, ona dokunmadan önce tertemiz olmak istedim. Kanguru yapmak için CANımı ilk kucağıma aldığım gün, nefes almaya korkuyordum, sanki göğsüm inip çıkarken ona zarar verebilirmişim gibi geliyordu. O minicik kulağı kızarmış büzüşmüş tenime dayandığı yerde, mendil gibi buruşmuş adeta, o kadar incecikmiş...
Ve hastanede birlikte geçen 3 hafta sonunda oksijenle de olsa taburcu olma vakti... Sonrasında hastaneye neredeyse hergün gidip gelmeler, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen kontroller, göz ameliyat ve takibi ve ve ve... Haftada sadece bir defa hastaneye gitmenin yarattığı, artık daha iyiyiz duygusu ve aşıdan aşıya ayda bir hatta 3 ayda bire uzayan kontrol aralıkları. Şimdilerde 6 ayda bir gidiyoruz kontrollere, bazı doktorlarımız bizi takipten bile çıkardı. Artık okula gitsin CAN, dedi en son mezuniyetimizde bir doktorumuz.
Evet sabırsızdı belki benim minik savaşçım ama inatçıydı da, bırakmadı hiç, tutundu hayata ve herşeyin mümkün olduğunu düşündüğüm bu bugünleri gösterdi bize...
143 days, it is easy to say, nearly 5 months, that was how much I managed to carry him before birth, first episode of our neonatal intensive care adventure... Uncountable sepsises, septic shocks, PDA, pulmonary bleeding, pathologic fractures, invagination and first surgery, ROP and laser, intravenous, cut-downs, catheters, sounding lines, BPD, respirator, hood, oxygen support, available existing non-existing medicine...
A little warrior in the middle of all this confusion, a soul fighting for every breath. So that, his hand could go around only half way around his mother's little finger, those fingers like toothpicks. It seems as though I am exaggerating, they can not be that small, but it is true, the one who lives it knows. The happiness of touching that hand is indescribable, worth everything. Although your hands are ones whose skin has cracked due to alcohol based disinfectants, the warmth of your baby passes through that small area and reaches to your heart.
One day his nurse said that I could change his diapers. What ever kind of a courage I had, I did not say no I can not do it, maybe I did not want to miss the chance of touching my baby, because those occasions were rare and precious. Because I was afraid to do him harm by carelessly touching him. But I could not figure out what to do. Maybe all mothers panic but I was all mixed up. Should I check the cables, should I hold CAN, from where, the smallest size of premature diapers were so big for him you needed to use by folding, it was like a three dimensional puzzle designed for an octopus.
One day the doctor said, we will try kangaroo care tomorrow. Like so many other days I was infront of my computer once I got home, of course after I was finished with the milking machine. The doctors used to say something which I only understood vaguely, then I came home and searched and read in the internet to figure out what's what. That day I nearly pealed off my skin while bathing before going to the hospital, beacuse I wanted to be spotless before my skin touched his. I was afraid to breath the first day I had CAN for kangaroo care, I thought if I had a deep breath I could hurt him with my chest moving. His tiny ear got red and wrinkled where he touched me, wizened like a handkerchief, was so thin.
Although with oxygen then came the time to discharge, after 3 weeks of family hospital stay. Then going back to the hospital nearly every day, never ending check-ups, eye surgery and follow-up and and and... Going to the hospital only once a week and the feeling of getting better, and the check-ups prolonging to every other vaccination or once a month and even every 3 months. Nowadays we are going to our doctors every 6 months and some have stopped seeing us. One last doctor who graduated CAN said, let him go to school now.
Yes he was probably inpatient my little warrior but he was stubborn too, he never let go, he held on to life and showed us these days in which I believe everything is possible...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz en kısa zamanda yayınlanacaktır.